29 Ekim 2007 Pazartesi

Gregor ve Ben


Uzun bir iş günü sona ermişti.Yorucu , yenilikleri yada özel anları olan bir gün değil.
Uzun sözün kısası monoton ve sıkıcı bir iş gün geçirmiştim.Yeni bir şeyi öğrendiğin yada keşfettiğin günlerden olmak şöyle dursun , bilakis , kendimden ve enerjimden taviz verdiğim günlerdendi.
Böyle günlerde eve gitmeye sabırsızlanıyorum. Eve gireyim , orada kapanayım ve günün bütün sıkıntılarımı orada savrulayım istiyordum.
Ben evde oturmayı çok severim.Küçük evciğimi çok seviyorum.Kendi kendime kurduğum o dünyayı seviyorum.Bu belki çok benmerkezci gibi durabilir , ama napalım , ben bunu böyle algılıyorum.
Sonunda varıyorum.Bir rahatlama hissediyorum.İyi yada kötü bu gün de bitti , şimdi rahatlama zamanı , kendi dünyama dönüş zamanıdır.
Kanepeye sızlıyorum.Hep yorgun olduğumda böyle yapıyorum.Gözlerimi birkaç anlığına derin bir karanlığa dalmak istermişçesine sımsıkı kapatıyorum.Bu bende bir sürü rahatsız edici şeylerden kaçıyormuşum gibi bir izlenim bırakıyor.
Gözlerimi yeniden açıyorum.. Beynimde alışılagelmiş bir ferahlama hissediyorum.Gözlerimi serbestçe odanın her tarafına gezdiriyorum..öylesine.. amaçsızca.Gözlerimi otluyorum desem doğru olacak.

Ve aniden , o kadar zorlanarak sağlayabildiğim tüm o rahatlama,gevşeme ve relaksımı benden çalacak olan yaratıkla karşılaşıyorum.
Duvarda duruyor.Küçücüktür.Ama Ama körpe olduğu kadar , çok hızlıdır da .Havadaki en az değişikliğe bile hassas’sa benim hareketlerime karşı tabii ki de hassastır. Büyük diplomattır aynı zamanda .Bir şeyler hareket etmezse, o da orada hiç hareket etmeden duruyor , bir ölü, görünmez biri imiş gibi duruyor.
Işığı söndürmeyi deniyorum.Yeniden açtığımda , onun baya bir yol kattığını fark ediyorum.

-Bak sen , - diyorum içimden.- Kerata , beni mi kandıracan len sen ?

Aslında bu işi iyice düşündüğümde , onun benden üstün olduğunu görüyorum.Şeytanın kendisi kadar hızlıdır , kurnazdır, müthiş bir hissetme sezgisine sahip ve her yere de sorunsuzca kayabiliyor.Benim yer çekimim ise , beni acı bir şekilde yere bağlı tutmaya devam ediyor.
Ona vurmaya karar veriyorum.Yalnız , ne yazık ki yukarıdaki yaratığın belirttiğim özelliklerinden dolayı bu girişimim çok komik olduğunu sonradan farkına varıyorum.
O zaman ne yapayım?
Kendisine aldırmamaya kara veriyorum.Sanki o orda yokmuş gibi, hiç var olmamış gibi.

- Yorgunum , - diyorum - , yatmam lazım.Yatağımın yanındaki duvardan geçtiyse de , bana ne ?

Ama uyuyamıyorum, yapamıyorum.Aklım onun kaygan vücudunda kalıp gitti.
Kaygan ve çabuk kaybolan şeylerden hoşlanmıyorum.Onlarda samimi olmayan bir şey var.Yüzeysel bir şey.Onlardan tiksiniyorum.

Onu düşünmeden edemediğimin farkına varıyorum.Yalnız artık dayanma gücümün de kalmadığının farkındayım.
Onun için artık onun varlığını kabul etmeye karar veriyorum , bu durumu kabullenmeye çalışıyorum, bu hali benimsemeye karar veriyorum.Hatta onunla daha da yakınlaşıp , onu tanıdık biri olarak görmeye çalışıyorum.

Kendisine Gregor adını taktım. Tabii ya Gregor , çünkü kendisi davet edilmemiş , istenilmez birisiydi.Belki de çünkü bir sürü davet edilmemiş birilerinin hayatımda utanmazca, çekinmeden kaymalarını hatırlatıyordu bana.
Dozu kaçırarak, haber vermeden ..serbestçe..

-Gregor , oğlum , - diyorum..Ne kadar istenilmez ve davet edilmemiş olsan da , evimde misafirsin , ondan dolayı seni kovacak değilim. Yalnız sana bir şey söylemem lazım , bunu da kafana iyice sok , anladın mı ?
Ben evde olmadıkça , istediğini yapabilirsin..AMA .. Ben buraya geldiğimde senden bir parçacık bile görmek istemiyorum.Burası benim evim …onun için ne halin varsa gör tamam mı.. nereye kaybolacağın ise beni zerreye kadar ilgilendirmez…

Hiçbir ses duyamıyorum , hiçbir yerde herhangi bir hareket yada iğrenç sürüngenimsi sesler kulağıma gelmiyor.
Anlıyorum..Bu şerefsiz , bana zekiyi , çok bilmişi oynuyor.Öyle .. gizlice.Hiç keyfini bozmadan.
Beni hayatım boyunca saran bütün sinsiler gibi.. duyulmayan sırıtmalarıyla , kendi yaptığı paçozluklarıyla beni utandırarak. Deliriyorum.

Artık bende onunla aynı silahla oynamaya karar veriyorum.Onun gibi yeniden canlanan aptalı oynamaya kara veriyorum.Yapıyorum da.
Öncellikle ışığı söndürüyorum.Bekliyorum.Neredeyse nefes almıyorum , sadece elimdeki terliği sertçe elimde sıkıştırıyorum.

Ve işte , az sonra duvarın üzerinde ıslak ıslak bir sürünmeler hisseder gibi oluyorum.Derim bir diken duvarına dönmüş vaziyette, yalnız hiçbir ses çıkarmıyorum.Bir algılayıcı hücre denizine dönmüş durumdayım.Dalgalı bir sinir okyanusuna.
Sonunda çok yakınlaştığını hissediyorum.Pervasızca oynuyor , hiçbir şeyin onu hissetmediğinden , tam emin olarak.
Ve bu pervasızlığı çok pahalıya mal oluyor.Ebediyet kadar!

Halen sinirlerim çok gergin.Yine de gülümseyebiliyorum.Hatta kahkaha atıyorum. Düşünüyorum da , her zaman bir ayrıntı unutulur , hatalara hep açık bir kapı bırakılır , işler saçma sapan örüldüğünde arap saçına dönüyor.
Bilge planlarla kurulmuş gibi görülüp , aynı zamanda sapıkça olan bu planlarla bir şeyler yapmaya kalkışıldığında , işler sarıp sarmalanıyor.
Onun için bütün bunların yapılmaması daha doğrudur , diye düşünüyorum , politikanı oynamamak , tuzaklar yoğurmamak daha iyidir , en azından bu kadar bayağı bir şekilde değil.Cesur ve biraz aptal olmak , biraz da sabırsız olmak daha iyidir , diyorum.Bence daha sağlıklı.
Battaniyenin vücudumun üzerinde hoş ağırlığını hissediyorum , beni uykuya doğru tatlı mı tatlı uyuşturmasını.
Simsiyah bir gecedir, yıldızsız bir gece.
Etrafı muhteşem bir karanlık sarmış . Tam da arzulanan dinlenmede kaybolmak için olması gereken harikulade karanlık.

2 yorum:

Ozan K. Bekmezci dedi ki...

Sana yorum yazmayı özlemiştim. Oysa, iş hayatının, yazındaki sürüngen gibi sinsi ve insanın yakasını bırakmayan zorlamaları sayesinde bunu okumaya başlamak iki haftamı aldı.

Halbuki, iki hafta önce “yeni yazım var” dediğinde, sırayı bozup onu okumaya karar vermiştim. Bozdum da. Bu süre içinde hiçbir yazını okuyamadım:( Gelecek hafta da güzel yazılarını okumaktan mahrum kalacağım. Pazartesi-Salı iş eğitimi ve Pazartesi akşamı iş arkadaşlarıyla yemek; Çarşamba monit(iş); Perşembe Isparta’da, Cuma Konya’da monit, hafta sonu Ankara’da... Sadece Salı ve/veya Çarşamba akşamı vaktim var. O zamanda beynimi biraz dinlendirmem lazım. Bu kadar “ben” yeter. Konuya gelelim:

İşte bir kalemin başarısı. Yine sazı almışsın eline. Hayatın basit bir geçeği. Hepimizin yaşadığı ama çok azımızın paylaşmaya cesaret ettiği... Bazen “Bu kadar basit bir şey için konuşmaya deymez.”, bazen “Bu kadar iğrenç şeylerden bahsedilmez. Ayıptır.”, bazense sadece “Hatırlamak istemeyiz.”. Yinede hepimiz bunu yaşarız. Bazen, sadece kimsenin yazmaya değer bulmadığı, oysa hayatın tam da kendisi olan bu tarz şeyleri yazdığın kitabın satılır, kült bir yazar olarak kalsan da kendi çapında ünlü olursun.
Ama senin yazında başka bir başarı daha var. Gizemi koruyorsun. Sonuna kadar tam bir eminlik yok. Akıyor, akıyor, akıyor.
Yazın öylesine akıyor ki, başlamak iki hatamı aldıysa da bitirmeden bırakmak, yorum yazmadan geçmek olmadı. Şöyle ki: Bugün Pazar ve ben Cuma sabahından beri ofisten sadece birkaç saat çıkabildim. Hatta, saat 12:05, daha kavatlı yapmadım, sosyal ihtiyaçlarımı gidermek için bir arkadaşımı arayıp, buluşup, onunla kahvaltı(?) yaptıktan sonra ofise geri dönüp işlerimi tamamlayacağım. Yine de, yazın o kadar güzel olmuş ki, bu satırları yazmadan yapamadım.

Keşke, edebiyattan biraz daha anlasaydım da yazının güzelliğini daha doyurucu ifadelerle açıklayabilseydim.

Yukarıda yazdığım gibi sadece Salı ve Çarşamba akşamı vaktim var. Artık seninle tanışalım diyorum.

Güzel yazılarının devamı dileğiyle,
Ozan

Not: Nedense, bu yazın bana Bukowski'yi hatırlattı.

eni dedi ki...

Ozan çok teşekkürler güzel yorumuna:)
beğenmene sevindim..bence gayet güzel yorumlar atıyorusun.kaldı ki bende de o kadar edebiyat bilgisi yok ki daha ağır şeyler söyleyebileyim:)
çok saol..müsait olursam bi gün geleceğim şu dia gösterisinde.
bu arada Kafkadan esinlendim ilk olarak ama Bukowskiyi hatırlatmış olabilirim da çünkü kendisinin yazılarına bayılıyorum..anlamadam onun tarzına kaçışlarım olabilir, ne kadar acemisiysem de bile..
okumaya ve yorum yazmaya ayırdığın zaman için çok teşekkür ederim sana.